Dünya edebiyatında olduğu gibi bizim edebiyatımızda da hanım şairlerin sayısı çok fazla değildir. Geleneğin gücünün tartışılmaz olduğu divan edebiyatında ise bir kadının kalem oynatması şüphesiz diğer edebiyatlardan daha zordur. Buna rağmen tarihimiz, döneminde tanınmış, ismi tezkirelere geçmiş, divan sahibi bazı hanım şairlerden bahseder.
Divan edebiyatındaki en meşhur hanım şairler; Mihrî Hatun, Zeynep Hatun, Fıtnat Hanım, Şeref Hanım ve Leylâ Hanım’dır. “Klasik şiirin kadın şairleri daima yüksek kültür muhitinde yetişmişler ve çokları hususî hocalardan ders almışlardır. Arapça, Farsça yanında belagat okuyanlar, hüsn-i hat veya tezhip vb. el sanatlarına çalışanlar olmuştur. Zaten çoğu ilmiye sınıfından babaların (kadı, müderris, kazasker vb.) kızları idiler. Onlar da toplumun erkekleri gibi tarikata intisab ederler ve şiirlerine sindirdikleri tasavvuf neşvesiyle mısraları arasında dini motifler öğütürlerdi.”1
Edebiyat tarihimizde en fazla hanım şairin kaydedildiği dönem, kültür tarihimizde büyük toplumsal değişikliklerin yaşandığı on dokuzuncu yüzyıldır. “Bu rakam, geçen asırlarda birkaç hanım şairle sınırlıyken bu dönemde yirminin üzerindedir. Bunlar içinde en dikkat çekenleri Şeref Hanım, Leylâ Hanım ve Adile Sultan’dır.”2 Bu üç isim arasında da Leylâ Hanım’ın müstesna bir yeri vardır.
Leylâ Hanım zeki, kültürlü, hoş sohbet, döneminde edebî ve sosyal tartışmalara girecek kadar da kendinden emin münevver bir Osmanlı hanımıdır. Şairin şiirlerini topladığı bir divanı vardır. “O’nun divanında gazeller bölümünde her kafiyeden en az bir gazel bulunması şair olarak iddiasını gösterir.”3
Kazasker Moralızâde Hâmid Efendi’nin kızı olan Leylâ Hanım’ın doğum tarihi hakkında kaynaklarda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Mehmed Zihnî Efendi, tarihteki meşhur hanımları anlatan Meşâhirü’n-Nisâ isimli eserinde Leylâ Hanım için şunları söyler: “İstanbul edîbelerinden ve müteveffâ Fu’ad Paşa akribâsından olan meşhûr Leylâ Hanım’dır. Tezkire-i Fatin’de muharrer olduğu üzere mûmâileyhâ, sudûrdan Moralızâde Hâmid Efendi’nin kerimesi olup 1264 tarihinde vefât eylemiştir. Kendinin müretteb divanı vardır ve matbûdur. En makbûl beyiti budur:
İncitme sen ahbâbını incinmeye senden
Bu âlem-i fânîde zerâfet budur işte4
Tuhfe-i Nâili, Leylâ Hanım hakkında şöyle bilgi verir: “Moralızâde Leylâ Hanım, sudûrdan Moralızâde Hâmid Efendi’nin kızı. Vefâtı H. 1264, M. 1847. Galata Mevlevihanesi Haziresinde medfûndur...”5
Leylâ Hanım’ın annesi meşhur Keçecizâde İzzet Molla’nın ablası Hatice Hanım’dır. Kaynaklar Leylâ Hanım’ın pek çok ilmî ve edebî bilgiyi dayısından öğrendiği konusunda birleşir. Şairin şiirlerini İzzet Molla’nın tashih ettiği de yine rivayetler arasındadır.
Hem anne hem de baba tarafından soylu ve görgülü bir aileye mensup olan Leylâ Hanım, İstanbul terbiyesi ile yetişmiş asil bir hanımefendidir. “Saray çevresine de yakın olduğunu bildiğimiz Leylâ Hanım II. Mahmut ve I. Abdülmecid’in saltanat sürdüğü yılları idrak etmiştir. I. Abdülmecid’in kızları ve o zaman saltanat tahtında bulunan II. Mahmud’un kız kardeşleri Hibetullah Sultan’a bir bahariyye kasidesi sunmuş; Esma Sultan övgüsünde bir terci-i bend yazmıştır. Ayrıca Sultan Mahmud’un kızları Atiyye, Sultan, Münire Sultan ve Fatıma Sultan’ın doğumlarına, şehzadeleri Abdülmecid ve Abdülaziz’in sünnetlerine, Abdülmecid Han’ın cülûsuna tarih manzumeleri yazmıştır.”6
Leyla Hanım’ın yaşadığı dönemi konu alan pek çok kaynakta adının geçmesi, kendisinin döneminde iyi tanındığını göstermektedir. Tarihin kaydettiği bu meşhur hanım, hayatında bir kez evlenmiş, evliliği çok kısa sürmüştür.
Edebiyat tarihçilerine göre birinci sınıf bir şair olmasa da; hanım olması, divan sahibi olması onu önemli kılan hususların başında gelir. Kendisi için devrinde “edibe, zarife, hazır-cevap, anında şiir söyleyebilen, çabuk anlayan, pek zeki, şiirinin güzelliği yüzünün güzelliğinden üstün...”7 gibi tabirler kullanılmıştır.
Klasik şiirin hususiyetlerine riayet eden şair, şiirlerini geleneğin öngördüğü şekilde kaleme almıştır. Onun şiirlerine bakan birinin, bunların bir hanımın kaleminden döküldüğünü anlaması mümkün değildir. Şair, divanında, divan şiirinin klişe mazmunlarını ve nazım şekillerini kullanmıştır. 18. Yüzyıl divan şairlerinin pek çoğunun sanatında önemli bir yere sahip olan Mevlânâ ve Mevlevilik etkisi, Leylâ Hanım’ın sanatında da önemli bir yere sahiptir. Bazı kaynaklar onu Mevlevî şairler arasında zikreder.8
Leylâ Hanım Mevlânâ’ya olan muhabbetini ve bağlılığını pek çok şiirinde dile getirir. “Aileden gelme bir tesirle Mevleviliği benimsemiş, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî hakkında çeşitli methiyeler kaleme almıştır.”9 Aşağıdaki beyitlerde şair, Mevlânâ’nın kendisini feyzinden mahrum etmediğini ve O’na bende olduğunu ifade eder:
Hazret-i Pîr etmedi Leylâ’yı da mahrûm-ı feyz
Tab’ımı mir’ât edip eş’âr kendin gösterir
Bende-i Monla-yı Celâlü’d-dîn-i Rûmî’yim bugün
Münkirânın attığı ahcar bâr olmaz bana
Leylâ Hanım, aynı zamanda bir peygamber aşığıdır. Divanında Hz. Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve sellem) öven na’tları döneminde ve döneminden sonra sevilerek okunmuş, bunlardan bazıları bestelenmiştir. Hz. Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve sellem) ve O’nun Ehl-i Beyt’ini konu ettiği şiirlerinde heyecanlı, coşkulu bir anlatım dikkati çeker. Şair, Hz. Ali’yi konu ettiği şiirlerini tam bir vecd içinde kaleme almıştır:
Ey fâtih-i Hayber Ali / V’ey melce’-i ahkar Ali
Kerrâr hem Haydar Ali / Mevlâ-yı her Kanber Ali
Ey sâkî-i Kevser Ali / Dâmâd-ı peygamber Ali 10
Divanın pek çok yerinde Muharrem ayının öneminden ve Kerbelâ vak’asından, bahsedilir:
Ey gözüm durma hemân ağla Muharrem geldi
Hâb-ı gafletten uyan ağla Muharrem geldi11
Leylâ Hanım, bir hanım olarak, Hz. Muhammed’in kızı ve mü’minlerin annesi olan, Hz. Fatıma’yı da unutmamış, pek çok şiirinde adını zikretmesinin yanında onun adına gazel formunda, müstakil bir şiir de kaleme almıştır:
Ey mâder-i şâh-ı şühedâ Hazret-i Zehrâ
Mahşerde mu’în-i fukârâ Hazret-i Zehrâ12
Leylâ Hanım ele aldığımız na’tinde Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) olan muhabbetini samimi bir anlatımla dile getirmiştir:
Garîbim bulmadım bir yâr u hem-dem yâ Resûlallah
Günâhım çokluğundan sîne pür-hem yâ Resûlallah13
Şair, na’tına ‘garibim’ serzenişi ile başlıyor. ‘Garib’ kelimesi lugatte; kimsesiz, zavallı, yabancı, tuhaf, şaşılacak, bambaşka, gurbette olan yani memleketi dışında olan anlamlarına gelir. Garip kelimesini karşılayan her kelime, her kavram, insanın ‘varlık’ sorgulamasıyla doğrudan ilgilidir. İnsan, kendini hırpalayan ‘insan olma’ hâlinin ağırlığını ‘dost’ ları vasıtasıyla hafifletir. Onlarla paylaşır, dertleşir, çözümler üretir. Şair, beyitte dost veya arkadaş kelimelerinin yerine ‘yâr’ ve ‘hem-dem’ kelimelerini kullanmayı tercih etmiştir. Günümüzde yâr kelimesi sadece kadın-erkek arasındaki muhabbeti ifade ederek anlam daralmasına uğramıştır. Eski kültürümüzde ‘yâr’ deyince; birbiri için ölüm dahil her şeyi göze alan vefalı dost, arkadaş anlamı akla gelirdi. Mesela; hicret esnasında Hz. Muhammed’e yoldaşlık eden Hz. Ebubekir için mağara arkadaşı anlamına gelen ‘yâr-ı gâr’, dört halife için de dört dost, dört yoldaş anlamına gelen ‘çehâr-yâr’ kavramları kullanılırdı.
Leylâ Hanım şiirinde; her insan gibi öz eleştiri yapmaktadır. Günahlarının çokluğundan dolayı -ruhun en belirgin tecelli mahalli olan- sinesinin gamla dolu olduğunu ifade etmektedir. Hem garibdir, hem kimsesiz, hem de günahkâr... Şair, böyle bir durumda feryâd ederek; güvenilecek, sığınılacak yegâne liman olan Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) yönelir ve hâlini O’na arz eder.
Kerem-kâra ne rütbe mücrim olsam da ümîdim bu
Gubâr-ı pâyın ola zahma merhem yâ Resûlallah
İnsan, mücrim, suçlu, sanık, günahkâr olsa da ümid etme fıtratı üzere yaratılmıştır. Ne kadar suçlu da olsa, acaba beni de affeden, bana da sahip çıkan biri bulunmaz mı, diye sonuna kadar beklenti içinde olur. İnsan değişen, pişman olan, pişmanlığının sonunda affına yol arayan bir varlıktır. Bu hâli yaşayan Leylâ Hanım, gönül yaralarının şifa bulması için Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) sesleniyor: “Yâ Resulallah! Sen ki lütuf ve keremlerin en büyüğüne, en genişine mazharsın. Eğer, bana lütfetsen, yardım etsen bu senin hazinenden bir şey eksiltir mi? Senden çok şey istemiyorum, senin ayağını bastığın toprak bile benim yaralarıma merhem olmaya yeter.
Şair, sanki mecazî anlamda bir deva talebinin yanında, manevî yaralarına derman olması için, O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) ayak bastığı mukaddes topraklara da yüz sürmek istiyor. Çünkü Hz. Muhammed’in yaşadığı, ayak bastığı topraklara giden, yüz süren kişinin, -bir de gönülden pişmanlık duyarak tevbe ederse- günahlarından kurtulma ihtimali çok yüksektir.
Günehden hâlimi arz etmeğe yok zerre dermânım
Hicâbımdan zebânım dahi ebkem yâ Resûlallah
İnsan bir suç bir günah işledikten sonra bunun zararının farkına varır da ne yapacağını bilemez; dizlerinin dermanı kesilir, utancından yüzü kızarır, kendini savunacak kelime bulamaz, taş kesilir... Leylâ Hanım da beyitte öyle bir hâl içindedir. Şair kelimelerle mükemmel bir suçlu tablosu çizer. Bir suçlu ancak bu kadar güzel tasvir edilebilir. Sanki bir mahkeme kurulmuş. Ortada suçunu itiraf eden bir sanık. Sanığın karşısında Kainatın Efendisi, Gönüllerin Tabibi, Sevgililer Sevgilisi, En sevgili bulunmaktadır. O’nun bedeni dünyadan göçmüşse de inayeti ruhlara ayândır. O, (sallallahu aleyhi ve sellem) Hakk’ın bildirmesi ile her şeye nigehbân ve yüce divandan önce uğranılacak tek sığınak, yegâne limandır. Buradaki sanık, sükût hâlinde, lâl kesilmiştir. “Günahlarım ortada, hâlimi arz etmek için zerre dermânım yok. Hicâbımdan, dilimdeki kelimeler iflas etti. Hâlim bu, ya Resûlallah... Diyecek sözüm yok. Suçluyum. Bahtına düştüm” diyerek şair sanki tüm günahkârların hâline tercüman oluyor.
Ne haddimdir seni âlemde ben medh u senâ etmek
Senin meddâhın oldu Rabb-i Ekrem yâ Resûlallah
İnsan için en büyük pâye eksikliğini kabul etmesidir. Kendisinden daha üstün bir gücün, bir varlığın karşısında benlikten sıyrılıp haddini bildiğini göstermesidir. Leylâ Hanım, “Seni övmek benim ne haddime” diyerek, Allah’ın Resûlü’nü övmek hususunda aciz bir kul edasıyla tevâzû ve mahviyet gösteriyor. Allah’ın (celle celaluhu) Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) hiçbir peygambere hitap etmediği şekilde ‘Habîbim’ diyerek onu medh ü senâ etmesine, alemleri O’nun hürmetine yaratmış olmasına telmihte bulunuyor.
Na’tın başında Hz. Muhammed için ‘kerem-kâr’ yani lütuf ve kerem sahibi, cömert sıfatını kullanılmıştı. Bu beyitte de yüce yaratıcı için ‘Rabb-i Ekrem’, ikram eden, lütfeden cömert bir şekilde terbiye eden vasfını kullanmış olması manidardır. Çünkü ‘kerîm, kerem, ikram’ kelimelerinde, merhamet, nezaket, zerafet, izzet, menfaat gözetmeme, ayrım yapmama, cömertlik vb. anlamlar bir aradadır. Aciz, garib, günahkâr bir kimsenin bundan daha çok neye ihtiyacı olabilir ki...
Terahhum kıl soyundur hânkâh-ı aşka Leylâ’yı
Ola tâ Hz. Monla’ya mahrem yâ Resûlallah
Şair, bu beyitte, benliğinden soyunup mâsivâdan uzaklaşmak, aşk dergâhına mahrem olmak, Mevlânâ’ya yakınlaşmak için Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) maneviyatından merhamet talep ediyor. ‘Aşk dergâhı’ insanı Hakk’a, cemâlullaha götüren yol anlamında kullanılmıştır. Bu dergâha dahil olmanın şartı dünya hevesatından kurtulmaktan geçer. İnsan kendi başına dünya bağlarından kurtulacak güce sahip olmayabilir. Bunun için bir insan-ı kâmilin rehberliğine başvurabilir. Çünkü Allah dostlarının gittiği yol insanı Hakk’a götüren en kısa yoldur. Burada dikkati çeken husus; şairin aşk dergâhına dahil olmak ve Mevlânâ’ya yakınlaşmak için Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ruhaniyetine başvurmasıdır. Mantıken bunun tam tersi olması gerekir. Bu yaklaşım tarzı şairin Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) yakınlığını, ona ne kadar bağlı olduğunu göstermektedir. Gönülden bağlı olduğu bir Hak dostunu anlamak için Hz. Muhammed’in maneviyatından istimdâd dilemesi farklı bir bakış açısını göstermektedir.
Leylâ Hanım, na’tında da görüldüğü gibi tam bir Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) hayranıdır. Na’tını, baştan sona çaresiz bir kişinin peygamberine içini döküp, günahlarını itiraf etmesi yönünde kurgulamıştır. Gazelde seçilen kelime kadrosunda; ‘garib, sine pür-hem, zahm, mücrim, hicâb vb..’ günah karşısında çaresizliğin ifade edildiği kelimelerin ve kelime gruplarının fazlalığı dikkat çekmektedir. ‘Yâ Resûlallah’ redifi ise na’ta hem aheng katmış hem de Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) karşısında bir iç dökme bir yakarış atmosferi oluşturmuştur.
Leylâ Hanım ve onun gibi hanım şairlerin hayatları ve eserlerinin değerlendirilmesi, onların dünyalarının bize aktarılması, tarihimizde kadının toplumdaki yerinin tespit edilmesi açısından fevkalade önem arzetmektedir. Tarihi kaynaklarda kayıtlı olan ve sayıları çok az olan hanım eserlerinde, toplumsal ögelerin; aşk, sevgi ve inanç gibi unsurların metne nasıl yansıdığının tahlil edilmesi, günümüz gençliğine geçmişleri ile ilgili değişik bir bakış açısı kazandıracaktır.
Dipnotlar:
1. İskender PALA; Âşinâ Güzeller, Ötüken Yayınları, İst.1998, s.44.
2. Ahmet Atilla ŞENTÜRK; Üniversiteler İçin Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Dergâh Yayınları, İst. 2004, s.468.
3. Büyük Türk Klasikleri, Ötüken Yayınları, İst.1988, s.141.
4. Meşâhirün-Nisa, Mehmed Zihnî, İst 1295, C.II, s. 195.
5. Tuhfe-i Nâilî, Mehmet Nail TÛMAN, Bizim Büro Yayınları, Ankara 2001, C.II, s.895.
6. Mehmet ARSLAN; Leyla Hanım Divanı; Kitabevi Yayınları, İst.2003, s.26.
7. Mehmet ARSLAN; a.g.e, s. 39.
8. Osman HORATA; Mevlânâ ve Divan Şairleri, Hacettepe Ünv. Edebiyat Fakültesi Dergisi, Ank. 1999.
9. İsmail ÜNVER; “Leylâ Hanım Maddesi” İslâm Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları, C.28, s. 157.
10. Mehmet ARSLAN; a.g.e, s. 143.
11. Mehmet ARSLAN; a.g.e, s. 159.
12. Mehmet ARSLAN; a.g.e, s. 232.
13. Mehmet ARSLAN; a.g.e, s. 299.
0 yorum:
Yorum Gönder